Anksiyetenin Hayatımızdaki Yeri

Anksiyetenin Hayatımızdaki Yeri

Anksiyete yoğun kaygı atakları olarak gelişen ve gündelik hayatta etkisini gösteren, bireyin işlevselliğini zedeleyebilen ciddi bir psikolojik sağlık problemidir. Kaygı ve stres, yaşam boyu herkesin belirli zamanlarda karşılaştığı, bir süre etkisinde kaldığı ve zamanla ortadan kaybolan duygusal ve hormonsal durumlardır. Beynimiz zor, tehlikeli, aşılması güç zamanlarda kendisini mücadeleye hazırlayabilmek için kaygı ve strese ihtiyaç duyar. Adrenalin ve serotonin gibi ruhsal aktiviteyi yükseltecek ve insanı heyecana sürükleyecek birtakım hormonlar aynı sonuçlara neden olan stres ve kaygı durumları içinde salgılanmakta ve kişinin hayatta kalabilmesi, hayatını idare edebilmesi ve harekete geçebilmesi için hayati önem taşımaktadır.

Yani kişinin ruhsal etkinliğini arttıran ve ritmini hızlandıran, kaygı ve stres gibi duygular esasen hayatta kalabilmek ve yaşamımızı ilerletebilmek için vücudumuzun geliştirmiş olduğu savunma, saldırı ve alarm mekanizmalarıdır. Bu nedenle stres, kaygı, heyecan gibi olgular gündelik ve sosyal hayatta daima karşımıza çıkan ve bu kurumların işleyişinde etkin rol oynayan insani tepkimelerdir. Bu sebeple hem kaygı hem de stres durumları aslında insana yardımcı olması için gelişmiş aktivitelerdir ve kişide yeteri kadar gözlemlenmesi kişi için olumlu bir durum olarak yorumlanmalıdır.

Bize hayatımızın ilerleyişinde yardımcı olan kaygı ve stresin ileri ve aşırı boyutlarda görülmesiyse yazının başında da bahsettiğimiz gibi anksiyeteye yol açar. Bu bir psikolojik rahatsızlıktır ve tedaviye ihtiyaç duyar. Aksi halde kaygı ve stresin doğurması gereken muhtemel sonuçların tam tersiyle karşılaşılır ve kişide birtakım ruhsal, sosyal ve işlevsel bozukluklar meydana gelir.

Peki ya, bu denli ciddi bir rahatsızlığın kişisel ve sosyal hayatımızdaki yeri nedir? Öncelikle toplumda anksiyetenin görülme oranı yaklaşık %18’lerdedir. Bu da neredeyse toplumumuzdaki her on kişiden ikisinde bu rahatsızlığın tanı aldığını göstermektedir. Tabi bunun yanında tanı almayan ve hayatına bu rahatsızlıkla devam etmeye çalışanların sayısı da azımsanmamalıdır. Bu rahatsızlıkla ilgili karşılaşma sıklığına bağlı veriler de gösteriyor ki anksiyete, kişiyle ilişkili bir durummuş gibi algılansa da büyük bir toplumsal problem haline de gelmiştir.

Bundan bir iki paragraf öncesinde de bahsettiğimiz gibi yeteri kadar olan kaygı ve stres hayatın kolaylaşmasında büyük bir rol oynuyorken aşırısı olan anksiyete ise hem bu rahatsızlığı yaşayan kişiler hem bu kişilerin sosyal çevresi hem de bütüncül anlamda bakıldığında toplumun tamamında hayatın ilerlemesinde zorluklarla karşılaşıldığı görülür.

Anksiyetenin en etkili tedavi yollarından biri kişinin sosyal çevresiyle rahatsızlığına rağmen uyum sağlayabilmesi, sosyal çevresi ve kendisinin bu rahatsızlığa karşı farkındalıkla mücadele etmeleri olmuştur. Böylelikle bu problem hem toplum hem de kişi için bir problem olmaktan çıkacaktır.